30 Aralık 2012 Pazar

2012 Almanağım.

2012 de şurada 2 gün sonra geçip bitecek. Geriye dönüp baktığımda sevinçlerimden ve üzüntülerimden ziyade koca bir boşluk ve tam tamına 21 yıl görüyorum. Yeni yıl beni korkutuyor çünkü 1 yaş daha büyüyorum. Ne güzelmiş daha 17yim diyebilmek. Bu yıl için bol para, sağlık, mutluluk ve aşk diliyorum.
Facebook'ta tam 81 yeni arkadaş edinmişim, babam da bunlara dahil.
Almanca kursuna gittim ve çok tatlı insanlarla arkadaş oldum. Güzel bir grup oluşturduk.
TEGV'deki ilk etkinliğim 2012 bahar dönemine tekabül eder efenim.
2012 yaz tatilimi çok güzel değerlendirdim: Kapadokya'ya binbeşyüzüncü kez tekrardan giderek lisanslı rehberliğimi tasdikledim. Balıkesir, ardından Ayvalık'ta bronzlaştım. Sonra üstüne Kaş'a oradan da Fethiye'ye bir gittim ki, yurtta vücudumu gören hala 'solaryuma mı giriyorsun' diye sorar. :)
Samsun'a gittim.
Hayatımdan geberse mezarına bile gitmeyeceğim insanları çıkardım, yeni yeni arkadaşlar ekledim.
Çok güzel kitaplar okudum, filmler ve diziler izledim, şarkılar dinledim.
Saçlarıma ilk kez bu yıl balyaj attırdım, o akınca gittim bir daha attırdım ve artık kırmızı saç oldum. Bir anlık heves için. Sonra da koyu kahve diye aldığım boya ile şu an siyah görünümde saçlarım var ki aynalara baktıkça kafamı vura vura koparasım geliyor. Annem de 'pavyon kadını gibi' diye nitelendirdi bu rengi.
Sonracıma Ankara'da çok güzel mekanlar keşfettim.
Kısmetimin kapandığını bu yıl iyice anladım. Gereksiz detaylar dışında, yalnızlık ömür boyu sloganını hayat felsefesi haline getirme olasılığımın ne kadar yüksek olduğunu kavradım.
Korku problemimden dolayı -hala da- antidepresan kullanmaya başladım ve sayesinde aldığım kiloları hala veremediğim için bu yıl bu yüzden bir de spora başladım.
Ve en önemli, ne olursa olsun hayatımdan silip atamayacağım bir şey daha var : 2011 'de kaybettiğim babannemin boşluğunu hiçbir şekilde dolduramadım. Bazen hala idrak edemiyorum. Bazı şeyleri yazsan da unutulmaz diye düşünsem de ben her detayı ileride hatırlayabilmek adına o günü anlatan bir yazı yazmaya başladım günlüğüme ve hala tamamlayamadım.
Son olarak - 2013 yazı için aklımda olan Work and Travel' ın temellerini attım. Bakalım yeni yıl bana neler sunacak, benden neleri çalacak?!
(Aklıma gelmeyen daha bir çok şey vardır eminim, olduğu kadar. bazı şeyler de buraya yazılmıyor zaten.)
Herkese benden bu şarkı gelsin, şimdi dinliyorum: http://www.youtube.com/watch?v=nWoafpw0rg4
Old friends become old strangers 
Between darkness and the dawn 
Amen Omen
Will I see your face again? 
Afgan Sofrası, elimde kakuleli yeşil çayım ve değerini bilemediğim kızıl saçlarım. 2012,Ankara.


6 Aralık 2012 Perşembe

İçimden Şehirler Geçiyor.

''...
Kaoslarım girdaplarım labirentlerim
Nice nice dertlerim var
İçimden şehirler geçiyor
Her durakta duruyor
İnmiyorsun
Seni en sıcak ben öperdim 

Kim bilir ama sen bilmiyorsun. '' 





















Nisan 2011, Ankara. Ben.

30 Kasım 2012 Cuma

Koşturmaca.

Bendeki iş kadını edası devam ediyor. Tiyatro, sinema sormayın yani sosyal etkinlikten kafamı kaşıcak vakit bulamıyorum. Okul benim için standart. Yine ders dinlemiyorum ama çok da tökezlemiyorum, sınavlarım ara ara devam ediyor. Sırf 1 boş günüm kalsın diye Fransızca aldım, amanin allah. Öyle bir dil yok. Gerçekten dersten sonra ağzım ağrıyor, içicen şarabı. Dilin peltekleşicek, bak ne güzel konuşuyorsun o zaman. Merci.
TEGV'de etkinliğime devam ediyorum, minikler beni çok yorsa da güzel bir tecrübe. Seviyorum.
Yazın WAT düşünüyorum, o yüzden kemer sıkma politikası uygulamaya başladım. Keşke yılbaşında piyango bana vurda. Ah keşke olsa.
 Artık her şeyden sıkıldım. Yurtta oturmak, dizilerimi izlemek ve kitaplarımı bitirmek istiyorum. Kendimi dinlemek, yorganıma sarılıp mışıl mışıl uyumak istiyorum. Yazın aldığım kiloları vermek, bu bıngıl göbeği eritmek istiyorum.
Bu aralar bir olaylar, olaylar ki sormayın. Her şeye 'tecrübe' olarak bakan ben, artık günlüğüme yazacak malzeme çıktı diye düşünüyorum. Egoya biniyorum, yeşil saçlı sarhoş bir kız yakıyo 2 dal sigara, işte bana denk geliyor böyleleri. Beytepe'ye varana kadar beynimin ırzında. Hasbinallah.
Geçen de arkadaşın evindeydik, simsiyah bir kedisi var. Kedileri günahım kadar sevmeyen ben, gece üstümde patilerinin ağırlığını vererek yürüyen Jarum'a karşı büyük bir sempati duydum. Sevdim. Özledim onu vallahi.
Artık saçlarım soğan kabuğu ve ben bu renge şaka maka alıştım. Tekrar kendi rengime kapatmak da zor olacak ama herkes dibin gelmiş diyor. Aslında bu balyaj demekten bıktım napim, boyatıp kestirip kurtulcam.
Hayat kendini tekrar ediyor bende. Eskiler gündeme geliyor derken.. Öyle işte. Blue Valentine diye bir film izledim. İki kere izledim hatta. Çok güzel, beni aldı aldı yerin dibine çaldı film. Ağlayamadım da. Penny and The Quarters- You&Me, bu aralar ki favorim. Bu şarkıyı sarhoş olup bağıra çağıra söyleyesim var.
Unutkanlık had safhada, o yüzden şimdilik bu kadar. Muck*

28 Ekim 2012 Pazar

Samsun, güzel şehir.

"Seyyah olup şu âlemi gezerim / Bir dost bulamadım gün akşam oldu" - Pir Sultan Abdal
Yazın başlayan seyyahlık maceram halen devam etmekte. Bayramda yeni durağımız Samsun idi. Akraba ziyareti malum. Samsun'un bu kadar büyük ve güzel olduğunu anca gidince anladım, hatta öyle ki ileride yaşayabileceğim şehirlerde listenin başı şu sıralar. Gayet büyük, imkanları fazla ve her şeyden öte deniz olan bir şehir. Cafelerin öyle sokak aralarına konuşlanması olayı da çok otantik. Biz kuzenlerle Gramofon'da oturduk ve dekoruna vs ba-yıl-dım. 
Kurtuluş Parkı'na, Amisos'a gittik. Bandırma Vapur'unu gördük. Atakum'u görmek vakit yetersizliğinden dolayı mümkün olmasa da Çiftlik Caddesi'ni iyice öğrendim. Lunapark'ta kaç yaşında olursan ol eğlenebiliyorsun, bunu bir kez daha farkettim. 
Karagöz&Hacivat orta oyununda aslında varolmayan 3. karakteri resimde de olsa yaşatmak güzel. 

Batı Park, 'eğer uslu bir çocuk olursanız, bir gün şirinleri bile görebilirsiniz.' Belki artık çocuk değilim ama Gözlüklü Şirin'le da aram iyi hani. 

15 Ekim 2012 Pazartesi

Yeni bir ben.

Artık kırmızı saçlıyım. Hafif balyaj demiştim oysaki kuaföre ancak o bireysel çalışmayı tercih etti. Bir nevi 100 fırça darbesi gibi. İşin garip yanı ise git gide alışıyorum bu saçıma. Her geçen gün akan kızıllarla baş etmek zor, arada soğan kabuğu rengini alanlar var ama tekrar kendi rengime kapatmaya da kıyamam ki. Mavi havlum resmen akan kırmızı boyayla renk karışımı oluşturup mora döndü. O derece. TEGV'e gidiyorum, çocuklarla 'Nesi var' oyunu oynuyoruz. Nesi var? Siyah saçı var. Bir an üstüme alınıyorum ama bakıyorum ki ortamda tek siyah saçlı kız var, o da ben değilim. Artık değilim. O an iyice idrak ettim. Sağolsun beğendik diyenler, tarz olmuş diyenler de var. Gönülde yatan görüntü bu değildi ama dediğim gibi alıştım, şimdi bayrama eve gidince kapatmak koyar. Gerçi zaten bu renk üstüne doğal rengi töbe tutmaz ama bakalım.


Bu resimlerde Kayseri Serpil Abla'da kahvaltı yapılırken.. Önümde mmmmh Kayseri yağlaması. 

24 Eylül 2012 Pazartesi

Korkular

Benim sadece karanlıktan korku problemim yokmuş. Son zamanlarda ciddi hafıza kaybı da yaşıyorum, ilaçların yan etkisi mi bilmiyorum ama günlük hayatımı feci etkileyecek boyutta. Neyse işte, belki başka korkularımdan bahsetmişimdir, hıh şu an bir tanesini hatırladım. Küçükken annem babam ölcek diye kafayı yemiştim. Son zamanlarda da -e yaz tatilinden dolayı deniz kum güneş derken önümdeki uçsuz bucaksız deniz bana ne kadar gel yüz diye davetiye yollasa bile tek başıma giremem. Korkuyorum. Derinliği mühim değil, yanımda biri olsun 100 metrede de yüzerim. Ama sanki yanımda birisi yokken suyun içinden bir şey çıkıp beni yutacakmış gibi oluyorum. Boyumu geçen yerlerde eğer gibi göremiyorsam (bu yüzden de deniz gözlüğü şart) ayaklarımı asla suyun altında bırakmıyorum. Biliyorum o su benim boyumun 10 katı derinlikte, ayağıma bir şey değmicek onu da biliyorum ama işte o an sanki bir şey değicekmiş gibi.. Sanki bi köpek balığı gelip beni yutacak ya da sanki resmen bir yaratık tasarlıyorum kafamda. Küçükken bana ne yaptılar böyle? Çok mu korku filmi izlemişim, işin içinde tabi biraz bilim kurgunun da payı var.
Ya da diyelim ki çok güzel bir göl manzaralı yerdeyiz, pırıl pırıl bir göl olduğunu varsayıyorum en iyi ihtimal. O suya ben ölsem Allah girmem. Tek ihtimal çok sarhoş olursam belki. 
Şu sıralar daha iyiyim diyorum, iyiyim de ya en azından lambayı kapatabiliyorum, biliyorum odada ya da evde benden başka bir canlı nefes almıyor. Amma gel gör ki o panik anında bunu bana anlat. Mutfaktan odama dönerken bazen ardıma baktığım oluyor evet. Bu ne dingil bu ne manyak bir korkudur ey hayat!

17 Eylül 2012 Pazartesi

Akdeniz*

Arkası Ölüdeniz. En sevdiğim gözlüğüm, hasır şapkam ve tontiş ben.
Geçen yaz ben nasıl bir apış olmuşsam artık kendimi yeni yeni toparladım resmen. Bu yaz misler gibi geçti. Işık hızıyla geçti hemide. Önce Balıkesir/Ayvalık, sonra bir günlük Kapadokya,sonra 10 günlük Kaş/Fethiye turlarıyla renk kattım bildiğiniz üzre. Arada evde takılmalar, arkadaşlarla buluşmalar, misafir düğün vs derken zaman geçti gitti. 2 hafta sonra da okulum açılıyor. Ankarayı bir gıdım özledin mi diye sor. Yok annem yok. Bu aralar çok unutkanım. Nöropsikolojiye felan bi görünsem, kan tahlillerim temiz çıkmış. Yavaş yavaş düzeliyorum ki bu çok iyi.
Eylül başında biricik sınıf arkadaşım Zümgile gittim. Evlerine bayıldım. Çatı katı ve çok tatlıydı. Çatıya yuva kurmuş tüm yarasalarla kardeş olduk, minnoşlar gece uyuduğumuz odaya gelmiş pır pır uçuyolardı. Sonra öcümü alıp elektrik süpürgesine çektirdim de gördü gününü pis kan emici. Neyse.

Türkiyede üretilen tüm milföy hamurlarını biz yedik galiba o süre içinde. Yediğim çikolataya ne demeli? Evde olsa dönüp yüzüne bakmam, orda yufka ekmeğe sürdüm sürdüm yedim. Delicesine bir iştah patlaması yaşıyorum. Kaş'ın o mükemmel çarşısında beni bıraksalar günlerce gezsem. Bütün yatırımı bileklikler üzerine yaptık. Koleksiyon oluşturcam yakında. Denizi de çok güzel hem. Ah o çıtır lokma tatlısı hala damağımda. Olsa da yesek.
Kaş çarşı- Lokmacı teyze*
St. Nicholas Adası(nam-ı diğer Noel Baba). Manzara varya anlatılmaz yaşanır sadece.
Tabi o kadar yol gidip, Fethiye'ye uğramamak olmazdı. Bir kere Fethiye'de çarşı diye bir şey yok. Varsa da ben göremedim o ayrı. Kordonda çok güzel bir kafeye oturduk, yolu düşen olursa reklamını yapayım :Veranda. Harika bir mekan. Fethiyeden beklerdim ki yanyana lokma tatlısı yapan tezgahlar kurulsun, bileklikler magnetler felan satılsın. Kaş' ınki gibi bir çarşısı yoktu, dediğim gibi varsa da biz göremedik. Çalış Plajını da afedersiniz bok götürüyor. O kadar piis, bulanık bir deniz suyu görmedim daha ben. Ölüdeniz de oysaki pırıl pırıl, giren çıkmak istemiyor. Çabucak derinleşiyor ama suyun içinde otur ayak parmaklarını say yani. Cam gibi. İki tarafında da yüzdüm, bolca karardım gene. Fethiye zaten Ölüdenizden kazanıyor artıları. Tekne turuyla Kelebekler Vadisine gittik, bisürü koya gittik ve ben -sanırsınız yüzme canavarı- o güzelim suları harcamamak adına her yerde yüzdüğüm için zift karasıyım. Son gün de 12 adalara gittik. Dedim bu muymuş paylaşılamayan adalar :) Hepsi zaten minnak minnak,çoğu yan yana. Ha bi değişiklik oldu. Benim tarihi maneviyatımdan beklenti yüksek olmasın en nihayetinde. Otobüse binince artık 10 günün yorgunluğuyla mışıl mışıl uyudum. Hapların etkisini de es geçmeyelim. Ağzım gözüm şişti artık 15 saat yolculuktan. Aşti'de kıronun birine uyuz oldum. Gerzek tip tip bakıyordu delirtti beni, döndüm gözümü pörtlettim. En son muavine dicektim atın şu köpeği diye ama neyse Elifim sus dedim.
Bi de şöyle bir durum var, son zamanlarda çok unutkanım. Denize atlıyorum ya tekneden, deniz gözlüğüm elimde. Sonra kıyıya yüzerken -of ya gözlüğü denize bıraktım galiba- diyorum arkadaşa. Meğersem gözlük kafamdaymış. Daha bu ne ki? Fethiye'ye gidince cool cool indim otobüsten, geçtim bişiler yiyorum kafede. Birden dank etti bavulu unuttuğum. Koştur koştur firmaya gittim, adamlar bile hesap soruyo kafan nerde diye. Kafa mı kaldı bende. Gitti gitti. Sorduğum her şeyi defalarca soruyorum, çok unutkanlaştım. Konsantrasyon eksikliğim de var. Korku problemi bitti bi de bu çıktı başıma. Yıldım yeminlen.
Bugün de oturmuş tarhana eliyorum. 4 aydır evde olunca babam bana ev kadını muamelesi yapıyor. Bildiğiniz oturdum tarhanayı eledim, parmak liflerimin koptuğunu düşünüyorum.
Sabah doktora gittim kafamda belirlediğim hastalıkların tetkiki için. Annem -canı sağolasıca- 4 tüp kan aldı, vücudumda kan namına bir şey yok. Gelir gelmez domates depoladım vücuduma.
Şimdik paşa babam tarafından hizmete çağrılıyorum, bir dahaki yazıda görüşmek dileğiyle :)
12 adalarda bunun gibi yerlerdi işte. Bu hangisiydi hatırlamıyorum, zaten anonslarda kulağımda kulaklıkla Hoşgeldin'i felan dinlerken, adaların adını vs pek dinlediğim söylenemez. :)

2 Eylül 2012 Pazar

Gündem.

*Artık Kapakdokya'ya gitmekten lisanssız rehber olarak çalışabilirim düşüncesindeyim, mezun olduğumda hiç yoktan bu işi yapsam diyorum. Git git yıldım artık ya, görüyorum vayy özlemişim diyorum ama yani ben öyle peri bacalarıymış, eski kiliselermiş felan, olaylara sanatsal açıdan bakamıyorum. Vay be nasıl oluşmuş bunlar demiyorum. Iyy bu insanlar nasıl yaşamışlar yaa bu mağaralarda diyorum, aman ne var üst üste taş koymuşlar yağmur çamur da azıcık ucundan şekil vermiş diyorum. Öyle OMG durumları yok bende. Ha bu yılki ziyaretin tek farkı Mahsuni Şerifin mezarına gittik, çilehaneyi gördük. O yani. Ayrıca müze kartı çıkarttım kendime, 1 yıl süresi var. O yüzden bu yıl Ankara'da gezi bültenim belli oldu: bütün müzeler gezilecek. O sıcağın altında tırmanmadığım tepe kalmadı. Tozun dikenin içinde telef oldu vücudum. Neyse.
*Son 1 hafta içinde kesintisiz hergün Künefe yedim -ki önümüzdeki birkaç yıl ağzıma koymasam yeridir. Bokunu çıkarmak deyimi beni düşünülerek kullanılmıştır kanımca. Şişko domuz gibiyim, 56 kilo oldum nasılsa diye löp löp yutuyorum. Yarın yine diyete başlıcam hadi hayırlısı.
*2 gün sonra Kaş/Fethiye güzergahını keşfe çıkıyorum. Zaten karayım, üstüne Temmuzda kararmıştım, şimdi de Arap Bacı mı olurum Kara marsık mı olurum gelin tatil dönüşü hep beraber görelim.
*Bugün de kuzenim evlendi, düğün dernek derken hayli hamladım. Odun gibi dikilerek oyun oynuyorum. Çiftetelli den anlamıyorum. Halay desen bugün bütün herkesin de adımlarını bok ettim en son çıktım artık zincirden. Kendi düğünüme kadar çok şey öğrenmeliyim çok. İnsan böyle günlerde boş bir an bulup sandalyeye oturunca kendi düğününü düşlüyor bir anda. Acaba o günü görecek miyim mesut bahtiyar?

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Sevgili minik Kızım,

Sen şu an doğmadın. Hatta doğman için gerekli olan düzenlemeler -evlilik, doğum vs- daha gerçekleşmedi ama umuyorum günlerden bir gün sen hayatıma giriceksin. Kıvırcık saçlı olman ve kız olman çok önemli, hiç 'sağlıklı olsun da cinsiyeti farketmez' diyemicem açıkçası. Adın konusunda da bir karara varamadım doğrusu. Tutku güzel isim değil mi? Cansın'ı da beğeniyorum ben ama etrafımdaki insan kişileri bööğ diyor. Leylim'e ne dersin? Leylim diye kız ismi varmış. Gerçi şu sıralar 2 balık almayı düşünüyorum, isimleri de Birsen ve Hüsnü olucaktı ama Zülfü ve Leylim mi olsa ki? Ben daha doğmamışken annemin de Leylim diye balığı varmış dersin.
Seninle çok işimiz var çok, sana dair sayısız hayallerimden bazıcıklarını yazayım dedim. Sana günlükler yazıcam, sen daha doğmadan seninle ilgili her şeyi yazıcam. Dertleşicem. Sen doğunca da yazıcam, sen büyürken de. Sonra sen 20 yaşına geldiğin zaman sana o günlükleri vericem. Şu an tuttuğum kendi günlüklerimi de okucaksın tatlım merak etme. Sevdiğim, dinlediğim şarkıları yazıyorum ki belki sen de merak edip dinlersin diye. Hem seversin de belki, belli mi olur? Benim küçüklük resimlerime bakasın diye saklıyorum, bazı konuşma kayıtlarımı ve de blog yazılarımı. Annem gençken bunları yazmış,çizmiş dersin. Bilirsin,tanırsın beni daha iyi hem. Sonra sana gerçekten masallar da anlatıcam geceleri. Okuldan döndüğünde sana kocaman sarılcam, yanaklarına rujlu öpücük kondurucam, bana çocuk hayallerini anlatıcaksın. Ne kadar da masum olduğunu düşünücem. Ben artık tecrübeliyim ya, sen üzüldüğünde sana 'zamanla geçicek' dicem. Senin için endişelencem. Sana anılarımdan, korkularımdan, sevinçlerimden bahsedicem. Seninle birlikte büyücem.
Vol 1.

12 Ağustos 2012 Pazar

Tam bir yıl oldu bugün.

Geçen sene tam bu saatlerde Ankara'dan Kırşehire dönüyordum, otobüste. Babam arayıp babannemin öldüğünü söyledi ve ben direkt Aştiye gitmiştim. Hala o 'hayır' deyişim kulağımda.. Ardından abimin beni araması. Bütün vücudum abartısız uyuşmuştu, parmaklarımı hareket ettiremedim. Ağlıcam ağlayamadım ilk, dondum şaşkınlıktan. Sonra çözüldüm, süzüldü damlacıklar.
Bazen düşününce hala gerçekmiş gibi gelmiyor. Sanki o hala var gibi. Yok olduğunu düşünmek tuhaf. Artık yok ve olmicak, bunu bilmek insanı buruyor. O kadar yalnızmış o kadar sıkılıyormuş ki sonradan anladım. Keşke bok varmış gibi evde kanepeye püniceğime onun yanına gidip boşta olsa otursaymışım. Birlikte kahvaltı etseymişiz ben öğlenlere kadar yatakta şişene kadar yatcağıma. Keşke akşamları gitseymişim de birlikte çay içseymişiz internette dolancağıma. O soydurduğu meyvelerden yemem için o kadar ısrar ettiğinde üfleyip ona kızcağıma ağzıma atıp yeseymişim gönlü olsun diye. Gerçekten nasıl gerzek tavırlarım varmış.. Ne severdim babannemi,özlerdim de hep. Gider otururdum yanında ama hep daha çoğunu yapsaymışım.
Ah babannem ah. Şu an yanımda olsaymışsın keşke, keşke 10 dakikalığına bile olsa gerçekten var olsaymışsın. Sana sarılsam yazma kokunu çekerek, sana meyve soysam su getirsem.. Sen yine saçımı kestirmem için dırdırlansan, babangili üzme diye öğütlesen.. Gitme guzum azıcık daha otur desen ve ben kırıp dizimi otursam.. Mezarına geldiğimde ayak ucunda duruyorum ki geldiğimi gör, gördüğünü hissediyorum.. Seni özlediğimi söylüyorum her seferinde. Dua ediyorum senin için. Mekanın cennet olsun. Seni çok seviyorum.
Sorma ne haldeyim
sorma kederdeyim
sorma yangınlardayım zaman zaman..

3 Ağustos 2012 Cuma

Boş Vakit.

İnsan bolca boş vakti olunca napıcağını şaşırıyor. Öyle ki şu an ciddi ciddi Petek Dinçöz'den açmışım Sende Kaldı'yı dinliyorum yani. Eskileri yad etmek istedim. Sandalyeyle aramda o kadar sıkı bir bağ var ki tepsi popo olcam yakında. Hareketsizlikten vücudum şişicek, olur olmaz işler yapıyorum. Oturdum Vampire Diaries'e saplandım. Bağımlısı oldum ya dizinin resmen, 1 günün 24 saat olması bile yetmiyor bana. Saatli diyetimi uygulayıp biraz kilo vermeyi başarabildim nihayet, en azından pantolonlar bacaklarımdan geçiyor artık. Her ne kadar ıkına ıkına giysem de.. Okumadığım psikolojik hastalık kalmadı galiba, her birine az buçuk aşinayım. Hatta gelen geçen yetişkinleri gözlemleyip, küçükken ailesinin ne halt edipte bireyin dünyasını o biçim kararttığını düşünüyorum. Ah anneler babalar.. 
İçtiğim suyun bile kalorisine bakıcam artık o derece takıntılı oldum kaloriye. Her yediğim şeyin kalorisine bakıyorum, su kilo aldırır mı diye bile araştırıyorum. 3ü 1 arada nescafesiz yapamıyorum. Günde 1 kupa sınır koydum ama içtikçe içesim geliyor. Kahve metabolizmayı hızlandırıyor malum, diyetim için ekstra olur hem. Ama selülit yapıyormuş gel gör ki.. Anlıcağınız iki ucu boklu değnek. Cemal Şan'ın Aşk Üçlemesinden etkilendim şu sıralar, ben de Elif'in 8 Günü diye kendimi kameraya alsam, günde 3 kere mekik çek+2 öğün salata ye+1 porsiyon meyve+Kuru kayısılı Activia. Geri kalan sürenin tamamı The Vampire Diaries ve sleeping :)



İnsan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi ölüyor. Çocuklukla yaşlılık arasındaki o dönem araf misali; kitabesi ağır mesailerle, küçük hesaplarla, kesif mutsuzluklarla yazılan bir mezartaşının gölgesinde azap gibi boktan hayatlar. Yetişkinler zombilere benziyor…  Murat Uyurkulak.

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Tuhaf laflar.

Beraber dinlemedigimiz bir şarkıda,
Sokaklarında kaybolmadığımız bir yolda ..
Aklına gelsem ansızın.. İçin sızlar mı bir anda?



Bunun gibi milyonlarca söylenmiş, yazılmış cümle var biliyorum. Her defasında aklına birileri geliyor, onunla paylaşmak istiyorsun dinlediğin bir şarkıyı ya da okuduğun bir şiiri. Sonra bir bakmışsın ki o kişi artık yok. Uzun zamandır beklediğin deniz kıyısına gidip oturuyorsun, ay ışığı yok tamam ama o hafif esinti sarıyor seni. Keşke diyorsun, keşke şu an yanımda olsan. Bir yandan o şarkıyı dinliyorsun, içinde geç kalmışlığın pişmanlığı. Artık bazı şeylerin gerçekten dönüşü yok. Özlüyorum, boş veriyorum, sonra yine. Ne diyor Bülent Ortaçgil: Duygular değişir... 
ve son olarak, ''yaşanmamış kırıntılar sadece bir düş.''

20 Temmuz 2012 Cuma

Ev kızı.

Ev kadınlarının neden şişko olduklarını şimdi daha iyi anlıyorum. İnsan boşluktan löp löp yiyo, yemek istiyo. Doyma hissi nedir zaten o yok, çerez yiyerek kilo alanlar listesindeyim. Delircem. 55 kiloyum (3 kilo aldım 3 haftada) ama duba gibi olduğumu söyleyen bir babam ve 'az ye artık' diyen bir annem var dostlarım. Hayır anne kişisi, gitmiş bir de üstüne çikolatalar, sevdiğim yağlı gevrekler ve çerezleri depolamış. E kime alıyon be kadın. Madem alıyon, ne demeye bana az ye diyon. Bugün dedim yeter artık diyet yapıcam alma!
Bide bir kere kahvaltı toplamaya yardım ettiydim, aboooo. Annem beni iyice hizmetçi belledi. Eliiif git çayı koy, demledim. Hayır yani 'çayı koyar mısın güzel kızım' felan da demiyo. Basbayağı emir kipi.
Neyse, şimdi elimde çayım, önümde leblebilerim, alnımda artık -kapa şu bilgisayarı ısınmaktan patlattın- sinyalleri veren ter damlacıklarımla, evde paspallıktan ölen ilk kız ben olarak tarihe geçmeyi hedefliyom. Böyle İç anadolu şivesi de tarzımdı hep, yazılarıma da yansıtasım geldi. Şimdi çok böyle sevgi boncuğu pıtırcık gibi hissediyom kendimi de. Korku problemim çözüldü tabi onunda ohhh be si var :)

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Rakı Balık Ayvalık.

Uzun zamandır tuhaflardaydım, iyi geldi bu deniz kum güneş üçlemesi. Bolca yüzdüm, bolca yedim, bol kilo aldım ve kararmak kısmına gelince bol kelimesi yetersiz kalıyor. Bildiğin zifte batıp çıkmış gibiyim.
Öncelikle, Balıkesir'e her yıl yaptığımız düzenli aile ziyaretini gerçekleştirdik. O nem+sıcağın altında bir güzel piştik. Sonra 1 hafta geçti, teyzemlerle ve dayımlarla;
gittik Ayvalık'a, Sarımsaklı plajlarına. Denize giren çıkmak istemiyor, çıkanın da aklı girsem mi çıkmazlarında. Öyle ki deniz buz, malumunuz Ege. Bir o kadar da pırıl pırıl, dümdüz. Havuzda yüzmek de güzel amma denizin yeri ayrı bende. Hem millet hiç havuz görmüyorlarmış, sanki deniz evlerinin içinde varmış gibi havuzu istila etmiş. Sakin olmadı mı havuz, olimpik olmadı mı ı-ı beni çok sarmıyor. 
Açık büfe olayında son nokta nedir? Patlayana kadar yersiniz en fazla. Ama bizim ailenin kadınları çığır açtı. Teyzem mesela, açık büfenin minyatürünü oluşturdu bizim masaya. Her defasında, eksiksiz. Bir de kahvaltıda verilen çerez mevzusu var, şu an hala evde tüketilmekte. Sağolsun poşetler. 
Ha ayrıca, sen o kadar yüz, üstüne bir de kilo al. Yemicektim o pirinç pilavlarını, biliyorum. Homidi gırtlak löp löp yani. Nasılsa diyete başlıcam diye bu aralar iştah patlaması yaşıyorum. (bkz: ilaçların yan etkisi.) Bu son günlerim zaten, keyfini çıkartayım biraz fena mı?
Terleyip kilo kaybederim umuduyla saunada durdum uzunca bir müddet, abartısız kazan dairesi. Ter artık şır şır akıyordu. Üstüne bir de hamam. Babannemin deyimiyle : hamam vurmuşa döndüm yeminle. 
Tabii bolcanak resim de çekindik efenim, facebook profilimiz de bundan nasibini aldı doğrusu. 
 Zaman da kaplumbağa hızıyla geçeymiş keşke, ışık hızıyla geçti doğrusu. Kuzenim Şeyda ile siyam ikizi gibiydik. Akşamları kıyısında yakamoz görme umuduyla oturduğum fakat 4 gece boyunca AYın nereye kaybolduğunu bana sorgulatan o denize, deniz kokusuna veda ederken buruldum. Minik çocuklar gibi, seneye bir daha gidicez umuduyla kendime kuru teselliler verdim. Öyle işte.
Sen bazen bir an için bile yazıcak çok şey bulursun, bazen de koca bir tatili anlatacak kelime yoktur. Bilemedim şimdi, kısacası güzeldi ve özledim. O kadar.

Not: Geceleyin, deniz kenarına oturup eskileri düşünmek de güzeldi, 'birer birer çıktılar, yerlerinden hatıralar' diyorum. Hoşgeldin'i deniz kenarında dinlemek de cabası. Eski yazılarımda sıkıntıdan boğulduğum zamanda deniz kenarında oturuyor olmayı dilemiştim, orda otururken de aklıma geldi bu. Ama her şey kafada bitiyor. Mekan değiştiriyorsun ama sen bütünüyle ordasın. Her şeyinle: sevincin,üzüntün. Bu da öyle. 

24 Haziran 2012 Pazar

Korkularım Yenilmiyor.

Twitter'da son 2 saat içinde anlayamadığım bir takipçi akınına uğradım. 'Ne iş lan' diyorum yani valla şaştım. Korktum. Normal düşünme süreçlerini geçtim. OKB olduğunu düşünüyorum. Her gün yeni bir tespitte bulunuyorum ruh dünyama dair. 


Uyku vakti geldikçe de korkudan içim daralıyor. Bildiğin tedirginlikten ölücem. Lamba açık uyumaktan bıktım. Odada birileri var hissinden bıktım. Bütün odayı acaba birisi var mı diye kolaçan etmekten bıktım. Odanın metrekaresi büyüdükçe korkularım da büyüyor. Gözümü açıp durmaktan dalamıyorum. Bir şey olduğu yok, bir şey gördüğüm de yok ama korkuyorum. Bence bu psikologla da hallolcak bir şey değil. Hallolsa olurdu zaten,boşa gitmişim peh. Annem bu pazartesi beni Psikiyatri Kliniğine götürcek artık. Yapcek bir şey yok. Hem bu sayede ne mallık varsa halk tabiriyle 'deli doktoru' tespit etsin, lanet olsun artık ya. Babam da zaten muskalı hocaya götürcek beni. Bence ciddi bir ilaç tedavisi beni bekliyor. Bu yazda boku bokuna bunla geççek, gitcek, bitcek. Her yaz daha da bir dibe vuruyorum. Öyle ki, yerin kaç bin kat altındayım allah kerim. 


Çok maltoş durumlardayım. Belki de majör depresyon dönemimdeyim. Kim bilir? Yavaştan hayvanlara bile acımaya başladım.Görünce bir duygu seli ki bende sormayın. 

15 Haziran 2012 Cuma

Ev Hayatı

   Finallerim bitti oh mis evime geldim derken, ara ara düşünüyorum yaz okuluna gitmeli miydim? Geçen yaz burnumdan geldiği için tövbelerdeydim ama 4 ay annemle gergin bir sürece dalmakta istemediğimi farkettim. Kibar olayım: hapı yuttum. Neyse.
   Geldiğimden beri paso kitap okuyorum, uzanıyorum. Öğlen kalkıyorum zaten, ordan oturma odasına girip bir uzanıyorum ki 'ihtiyaç molası' harici kafamı kaldıramıyorum. Bir uyuşukluk, bir miskinlik ki sormayın.
   Ankara'dan artık kusmuk gelmişti son zamanlarda ama burda da psikolojim diplere vuruyo be. Vallahi bak bu 3. yılım hala lamba açık uyuyorum. 21 yaşındayım ve ben, hala lamba açık uyuyorum. Yanımda arkadaşım vardı geçen, sırf benden önce uykuya daldı diye tırstığımdan lambayı açtım gene. Fenalardayım. Aynalardan korkuyorum. Yansımalardan ürküyorum. Karanlıktan zaten Allah esirgesin beni. Babam da bi hoca bulmuş çok etkiliymiş miş de miş. Yok muska iyi geliyomuş da muş. Ay zaten ben onlardan korkuyorum kiii.
   Şimdi bu yazıyı dönüp baştan okudum, deja vu. Hmm. Eski defterlerime, Cd lere, dinlediğim şarkılara ve kaçınılmaz resimlere baktım. Bayağı zaman geçmiş bir şeylerin üstüne. Unutmam dediği şeyler de siliniveriyo insandan bazencecik. Geçenlerde baktım bir defterdeki anıya, tam 6 yıl geçmiş. Vayy be oldu böyle. Tuhaf. Her yıl yeni insanlar..yeni şarkılar..yeni anılar. Hayat devam ediyor.
   Bir de uzun vadeli dilekler kabul olmuyormuş, bunu tekrar tekrar tecrübe ettim. Hep mutlu olayım gibi ütopyalardan sıyrılmak lazım. Anlık duygulara anlık dilekler yaraşır galiba.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Duygusallardayım.

Bazı insanların çaresizliği canımı çok yakıyo. Elinde kitap, mendil satan bi sokak çocuğunun çaresizliği. Çocuğu hasta olan bi annenin çaresizliği. Bildiğin geberiyorum ya. Yeni bi haber aldım çok yakın arkadaşımdan. Bi sınıf arkadaşı kansermiş. Daha 21 yaşında. Babası mevsimlik işçiymiş. Bisürü kardeşi varmış. O anne baba napsın şimdi. Gözlerinin önünde eriyecek genç bi kız, maddi yetersizlikler.. Geride kalan çocuklar. Nereye bölünsün bu adamlar. Onlara ayrı üzülüyorum. Sonra kendi anne babamı düşünüyorum felan. Zaten çocukluğumdan beri birilerini kaybetme korkusunu yenemedim. Normal düşünemiyorum,kafayı yiyorum. Hep uçlarda yaşıyormuşum hissi var. Her telefon çalışında sanki 'annen öldü' ya da 'baban öldü' dicekler diye içim gidiyo. Sadece anlık rahatlamalar.. Tamamen kaçış yok. Çözüm yok. Çıkmaz yol işte.
Bazı şeyler çok yakınmış hissi var.. ve napcağımı bilememenin çaresizliği.

21 Nisan 2012 Cumartesi

Hümas Zımpırtısı

Şu pislik yüzünden başıma gelmeyen kalmadı. Babam, sanırsınız çiftçi yani bitmiyo toprak sevdası, bana dedi ki Yenimahalle'ye gitcen bundan alcan. Beni afakanlar zaten basmış. Of dedim pof dedim ama var mı çare? Yok. Beytepe'den Sıhiye'ye kadar gittim egoyla. Ordan metro ile Yenimahalle. İndim neyse. Boş boş etrafa bakınıyorum. Amcalara soruyorum yok, teyzelere soruyorum bilmiyoruzlar felan. Ulan ben mi yaşıyorum orda? Nasıl bilmiyon! Yani bitmek bilmez azimle 10 kilometrelik İvedik cad. yazan tabelalara göre yürüdüm. Anam yürü bitmiyo yürü bitmio, en son Dövizci amcaya girdim, yani siz düşünün halimi. O da yazzık pek yardımsever çıktı. Korktum da hani bir an, beni dükkanda rehin alcak diye :)
Neyse işte beni bi dolmuşa bindirdi bunla gitcen diye. Bindim, dolmuşçu amcaya yol boyu anlatamadım derdimi. Yok ıı anlamıyo. Dedim tamam indir beni. Yok adam inat etti indirmiyo. Buralarda tek başına inilir mi kızım vs vs. Zaten adam da haklı yani, sanırsınız Ulus'un göbeğindeyim. İnsanlar laf atıyo, korna çalıyo. Tırstım bir an. Adama dedim yok ben burda incem, indir. En son peki dedi. İndim. Yürüyorum bön bön bakınıp. Sonracıma geldim ben Mebo Tarıma. Girdim içeri, adama dedim ki: ben Hümas alcam. Güldü. Kaç lt dedi? Neyse diğeri getirmeye gitti. Ben de adamla konuşmaya dalmışım, nerde okuyorsunlar vs. Adama dert yanıyorum ' ya beni babam yolladı zorla ya o kadar uğraştım ki, daha yakın bi şubeniz yokmu ya' felanlar. O ara ben yol mol da sordum, dedim yoook taksiye bincem zaten geberdim. Sanırsınız kuzenime kapris yapıyorum. Neyse işte öbürsü adam getirdi şişeyi, dedi napcan? Dedim iççem. Derdim yoktu 2 saattir yollardayım, iççem! Töbe yarebbim. Tabi böyle demedim ama napılır be bu sen ne diye bunu satıyon? Alla alla. Neyse aldım çıktım. Birazcık da taksici amcaya dert yandım. En son okuldaydım ama ben olmuşum pert. Gün boyu odadan çıkmadım, derse gitmedim. Bu da böyle bir maceramdı. Herneyse.

Bakınız nolmuş?

Bayağı verimsiz dönemlerden geçmekteyim efenim. Sanırsınız ki roman, şiir, her neyse işte sanki edebi bir şeyler yazıyormuşumcasına, ilham gelmiyo tıntınlarındayım. Uzun zaman olmuş. Yine, yine. Bayağı yoğunum demek sıktı, zaten tekrarlamak inandırıcılığını yitiriyor. 
2 gün önce evime geldim, e olmayan vakti zorla yarattım adeta. Arkadaşımdan rica ettim beni Aştiye bıraksın diye. Elimde hümaslar, valiz + annemin -sakın unutma- dediği saklama kapları. Bir elim de zaten incinik. Mecbur kaldım yardım istemeye. O da arabayla bırakmaya karar verdi, hala sorgulamaktayım iyi mi ettim diye? Neyse. 
Bindik arabaya, sapmamız gereken 2 yolu da sonradan farkedince bakın şunlar oldu: tee Gölbaşına kadar gittik. Otobüse yetişememe korkumu geçin, biz nerelere gidiyoz allasen oldum. Gittik işte Konya yolundan :D Sonra ordan saptık, tuttuk Aşti yolunu. Sonra gene dönemeci kaçırdık, Ulus yolundan Beşevler'e sapmayalım mı? Haydii buyuur. Dere tepe düz gittik, yolları aştık, lanet olası Aşti yolunu bulabildik. Ulaştığımızda Allahtan ki otobüse yetiştim. Geçen sene valizimi unutmuştum Aştide, bu yıl da odada malumunuz jet hızıyla toparlanırken bilgisayarımın şarj aletini unutup gelmişim. Şu an 7 dk.lık ömrü var. Babam beni otobüsten alıp sağ salim apartmanımızın önüne geldiğimizde, kendimi iyi ki unutmadım diye şükrettim. Zira Pollyanna damarlarımda :) 

27 Mart 2012 Salı

Durumlar 1

Boğuldum. Tam 1 buçuk aydır Ankara'da tıkılıp kalmaktan ve devamlı halimden yakınmaktan boğuldum. 
Hatırla Sevgili ne güzel diziydi. Bu aralar onun müziklerine taktım. Hayatımın en yoğun dönemindeyim. Bu sefer cidden öyleyim. Kurs-Tegv-okul derken yeminle gezcek vakit bulamıyorum. Yani olan vaktimde de kitap okuyup dizi felan izlemeyi tercih ediyorum ki o da minnacık bi zaman dilimi zaten. 
Hatırla sevgili, o eski günleri, çocuklar gibi. 
Birkaç gün önce Leon'u izledim. Ağlamaktan cılkım çıktı, film bittiği zaman. Artık öyle bi hale geldim ki zaten, yolda sokak çocuğu ya da ne bilim yaşlı bi teyze felan görsem ağlama sürecine girip, kendimle savaşıyorum. 
Eski günlere o kadar hapsolmuşum ki bugünü yaşayamıyorum. Hatta öyle ki, geçmişten şimdiye gelemiyorum. Cidden. Neyse. 
Dün itibariyle de yürüyüşe başladım, 1 tur da koşayım dedim üstüne ama yani sanki o koşan ben değildim. Kendimi kaybettim, ayaklar yere değiyo ama hissizleştim. Geberik haldeydim zaten bi titreme felan aldı beni, bu yükü kaldıramadım. Ama hissettim, göbüşüm accık küçüldü :) Hehe. 

Bazen sadece sıradan şeyler olur, sen ahenk katarsın belki. Belki yani :) 


7 Mart 2012 Çarşamba

Farabi denen bir gerçek var.

ve ben, Almanca kursu-okul-TEGV-yurt dörtgeni arasında sürünmekteyim. Hayat bu aralar fazla sıkıcı. Yorucu. Durgun. Ve daha bir sürü kötü her şey. İnsanın hayattan bi beklentisi olmayınca o da tuhaf be anneeeeğm. Ben de oda arkadaşıma bilgi vermek maksatlı açtım okulun Farabi Koordinatörlüğü sitesini,derken dedim ben de başvurcam. Öylesine..Çıkcağından değil de. Zaten Ganom pek ümit vaad etmiyo açıkçası, ama en nihayetinde babamın deyimiyle kendiminkinden 3 gömlek küçük okul yazıyorum. E bi zahmet mütevazı okullarına beni kabul ediversinler. Boğaziçi değil ya. Altı üstü İzmir,İstanbul felan. Maksat gezmek. Değişiklik. İhtiyaç neşe. Lütfen çıksın. Lütfen babam benim o 3 beden küçük gömleği giymeme izin versin. Geçen sene hemen hemen bu zamanlardaki yazılarımda 'seneye bu zamanda kimle nerde ne şekilde olcam' felan demişim. Hemen cevap vereyim: daha bok bi vaziyette, hiçkimseyle Ankaradayım. Tek fark 2.sınıf oldum,daha yoğun oldum. En can alıcı cümlem de şu olcak: daha tecrübeli oldum. Hadiii ver elini İzmir diyorum. Nütfen nütfen nütfen. 

11 Şubat 2012 Cumartesi

Okul yolu düz gider.

Böyle bi şarkı varmışta meğersem,ben öğreneli çokta olmuyo,söyleyeyim. 
Yarın Ankaraya dönüyorum,malum okul başlıyo. Hala hazır değilim ama. Yapılcaklar listemin hala tik atılmayan kısımları var yani.
Bugün tartıldım, 53.7 ya. 700 gramı hadi üstüme yediğime felan sayalım- kahvaltıdan sonra tartıldım çünküm- 53 kilo gelirim.  E zaten hemen hemen öyleydim. Öyleyse benim bu göbek neyin nesi allasen? Anlamış değilim. 2 denecik göbek hareketi öğrendim, onları yapcam diye geberik oluyom valla 10 mekik zor çekiyorum. Sonrası direkt pert. 
Yanımda getirdiğim kitapların 5 tanesi okunmadı kaldı,nedenini bilmiyorum. Gayet verimli bi gidişat sergilerken hemde, böyle olmamalıydı. 
Bu arada, ben aslında bloga başka bir şey yazmaya girmiştim ama hala yırtınsam da ne yazcaktım unuttum..Artık gelince. 

4 Şubat 2012 Cumartesi

Cilt lekelerime ne demeli?

Normal düşünebilseydim eğer, böyle bi fotomu yayınlamazdım galiba. Ama yani benim telefondaki de nasıl bi flaşsa maşallah, nur inmiş yüzüme. Resmen alnımda mayın temizliğine şahit oluyorum. Aaa.
20 yaşında olduğumu bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Deli dolu çağı derler,gençtir derler. Bu yaşlarda maceracı ruhun verdiği hayal perestlik mi dersiniz, kıpır kıpır mı dersiniz artık o size kalmış. Ama bende isterdim ki içimde cıvıl cıvıl kelebekler uçuşsun,derdim bu olsun ama yoook,ben oturmuşum  evde. Bi göbüşümle bi de alnımdaki sivilce+siyah nokta karışımı lekelerle perişan eylemekteyim narin ruhumu.
20 yaşındayım(tekrardan) ve yüzüme -o güne tüüü....diyerekten-sürdüğüm pudra şeysinden muhtemelen bu noktaya geldim. Daima şu an her halimle bulunduğum noktayı sorgulamış ve ayrıca anlayabilmiş değilim ama bunun sebebini az çok çıkarım yapabiliyorum. Çok canımı sıkıyo bu konu valla. Tamam cildimi temizleme huyum yok,makyajımla yatarım felan ama ne bilim işte.
En nihayetinde,koydum noktayı. Düzenli cilt temizliğine başladım. Kendime Dove sabun aldım. Her gece onla yüzümü bi güzel sabunlayıp yıkıyorum,üstüne bir de temizleme pamuğuma gül suyu damlatıp cildime sürüyorum. Üstüne bi de yetmiyo, gül suyunu avcuma döküp yüzüme sürüyorum. Kullanma oranıyla etkisinin doğru orantılı olduğu inancındayım.
Yarından itibaren mekik çekmeye de başlarsam ve göbeğimdeki o dobişko kütleden kurtulursam, ahh değmeyin benim keyfime.

Balıkesir

Youtube'da açmışım Birsen Tezeri. Çalan şarkı Balıkesir. Ordaydım 10 gün önce. Fotoğraf çekme manyağı kuzenim sağolsun an koymadı çekti valla nefes almadan öncesi ve aldıktan sonrası diye bi detay bile verebilirim ne kadar sık çektiğini anlatabilmek için. Burdan nasılsa okucak, kendisine de hatırlatayım ondaki fotolarımı yollasın mailden.  'Başçeşme bilir,Şeydoş' Dimi. Neyse efenim. 
Yazları burnumdan getiren, beni terim terim terleten lanet neminden haliyle kış mevsiminde eser yoktu. Hava gayet ayarında..Sevdim bile bu kez orda olmayı. Ve özledim. Kısa bi yazı olsun bu, ben asıl derdim olan 'cilt problemleri' adlı başlığımla birazdan döneceğim :) 
Şeyda'nın çekiminden,son kez şans verdiğim ve bir daha yememe konusunda kesin karara vardığım kumpir şeysiyle. -ve bu fotoda da embes gibi çıktığımı farketmedim sanmayın.-
Seni sevdiğimdendir gelirim ben bu yere 
Ayaklarım basmaz yere görürüm önümü 
Ararım sinmiş köşelerde ben dünümü 

29 Ocak 2012 Pazar

Yolculuk Üstüne.

Ankara'dan evime ara ara yaptığım 3 saatlik yolculuklar benim için her ne kadar alışılmış bir durum olsa da, sevemiyorum otobüste öylece oturmayı. Kulaklarım ağrıyana kadar kulaklıkla müzik dinlemeler; eskiyi düşünmeler,nadir de olsa geleceğe dair hayaller. Ohooo. Neyse efenim, biz ailecek apar topar annanem hastalandığı için Balıkesir'e yola çıktık. 12 saatlik yol, boru mu. Yarım gün be yarım gün eder. Dedim ki Elif sen yandın guzum,nasıl biter bu yol dedim. Ama bitti. Şöyle bitti:
Lanet olası otobüs(Kent firmasını protesto ediyorum.) 1 buçuk saat kadar gecikmeli geldi,biz de göt kadar saçma salak bi otogarımız var zaten orda ayakta dikildik, gözüm zaten yemiyo 12 saati. Bekledikçe daral geldi anam. Neyse otobüsümüz sonunda teşrif etti. E düştük yola,daha yarım saat olmadı araba teklemeye başlamasın mı? Haydee. Ne mazotuymuş bilmiyorum işte bir şey doldurmuşlar o donuyomuş,yenisini mi koyuyolarmış pompa mı yapıyolarmış her ne yapıyolarsa bi dur bi sür derken ben artık sinirden uyumuşum. Hiç AŞTİye felan girdiğimizi hatırlamıyorum yani. Eskişehir'e doğru bir yerlerde uyandım. Memleket Türkiye değil sanırsın Sibirya. Mübarek öyle soğuk mu olur allasen -20 küsürlerdeydi yeminlen. Eskişehir'de afedersiniz ihtiyaç molası için ineyim dedim,molanın zaten yarısını tuvalet yolunda harcadım. Yer maşallah buz pisti,kay kayabildiğin kadar yani. Neyse işte Bursa'ya geldik,kar seyrekleşti.12 saatlik yol oldu mu sana 15 saat ama 1 buçuk yıldır gitmediğim için,özlemişim yinede. Balıkesir'e yaklaşınca,sandım ki güney sahillerinde yaz mevsimindeyiz. Sıcacık len. Kar desen yok, hava böyle yumuşacık felan. Ora sanki ayrı bi ülke, Türkiye'de yolları kapayan,uçak seferlerini erteleten Sibirya soğuğu oraya hiç vurmamış ne hassa. Yazın nem gittiğiniz için burnunuzdan getirir,sağolsun kış mevsimi Balkes'te yerli yerinde. Güzel yani hıhı. 5 gün felan ordaydım,hava gayet iyiydi. 1-2 gün de yağmur yağdı,kar mar görmedim ben. 
Dönerken yine aynı terane, Eskişehirle olay başlıyo. Bu kez zaten feci kar yağışı vardı,Ankara felan Kutup bölgesiydi yani. Yok öyle kar felan. Valla. Ama 12 saatte gelebildik şükür, bu kadar Pollyanna olabiliyorum ben napiiim?
Neyse ki evime geldim, vallahi insanın evi gibisi yok. 

16 Ocak 2012 Pazartesi

İnancım böyle kırılır işte.

Küçükken bi kitapta okumuştum. Bi Rus klasiğiydi yanlış hatırlamıyosam ''En şen şakrak insanlardır en çok acı çekenler'' diyor. O zaman tam kendime uygun bulmuştum bu cümleyi. Hem çok neşeli görünüyordum,herkes hala da böyle der,evet. Hem de çok acılı bir insanım sanırdım,birçok kişinin deneyiminin olmadığı tüm dünya dertleri benim üzerimdeymişçesine. Öyle sanırdım.
Bazen düşünüyorum da yaşadığım hayat tam da böyle mi olmalıydı? Belki bir şeyler senin elinde değildir tamam ama, ne bilim. Öyle işte. Anlatamıyorum.
Sen dersin ki ''sana bir şey olcak diye korkuyorum. Arıcaklar öldün dicekler diye korkuyorum''. Ama o bundan etkilenceğine,ben napıyorum böyle etrafımdakilere diye düşünüp içleneceğine yanına gelip sana kızıyor ''Seni mi utandırıyorum ben'' diye. Yuh. Sonra sen derdini anlatamadığına ayrı bir üzülürsün,tüm bu üzüntülerin ve lafların boşa gider ha bide. Böyle yani bu böyle. Değiştiremezsin. Anlamaz ki. Anlamadı ve sen anladın ki o anlamıcak.
En çokta, bunca yaşanana rağmen, hiçbir şeyin değişmeyeceğine iyice emin olduğum için üzgünüm. Cidden.

8 Ocak 2012 Pazar

''Ebemin nikahına hepiniz davetlisiniz'' durumları.

Ve ben, uyumam gerekirken, doğru dürüst bir kahvaltı yapmam gerekirken, gözlerimi açmak için kendimle uzuuuunca bir savaş veriyorum. Hadi bi yarım saat,hadi bi 5 dakka daha diye diye 5 saat erteliyorum uykumu. Ama uyku uyku değil,kabus gibi sınavlar aklımdan çıkmıyor. Ben ne halt yicem yaa felan oluyosun böyle. Bitik haldeyim. Geberik bir durumdayım resmen.
9 unda başlayıp 12 sinde finaller mi biter Allasen? Zaten üstten 2 ders almak şeysi ağzıma etti. Bi doğru zaman olmaz mı be bi dönem de güzelliğiyle beni mest etmez mi yani? Bu dönemde bitti. Ve hepsinden de kötü olarak,bildiğin derslerle sınavlarla sunumlarla bitti. Kusmuk buluyorum kendimi.
Guzum Elifim,bırak işte 6 ders al yani ama yok efenim,ben zaten akıllanmam. Bu da böyle gider kiii.
Ebemin nikahına davetye bastırcam yeminlen. Yani yapsam yeridir. Çünkü bu durumu daha iyi özetleyecek bi cümle daha yok. Yok yok.