29 Aralık 2013 Pazar

2013 Almanak'ım


2012'nin ardından neler yaşamışım, bunu genel hatlarıyla sağolsun hafızamı yormama gerek bırakmadan facebook halletti. Yaşarken bazen çok hızlı geçiyor zaman, anlamıyorum. Bazen de çok sancılı, kaplumbağa hızında akıyor, boğuluyorum. Fakat bir şekilde yılları arkama aldım, şaka maka 2014'ü de görücem yani.
2013'te, uzun süreli çaylak modumdan sonra Ekşisözlükte yazarlığım onaylandı. İlk etapta çok mutlu oldum, kendimi bir mutlu hissettim böyle sanırsın birçok baskı kitabı olan yazar gibi bir havalardaydım. Bayağı zaman geçirdim, neyse hala da çok seviyorum ama zamanım sınırlı.
Sonra ben yine bir heves uğruna, Mart 2013'te iki haftalık süreçte Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda staj yaptım, çeviri üzerine.
İstek Okulları ELT konferansı için Yeditepe Üni'ye gittik, İstanbulu gezdik Tubi, Yusuf ve ben. Sonra Çido ve Züm'le de buluştuk. Adaları Nisan 2013'te gördüm ve aşık oldum. Bir süreliğine hayatımı orada geçirmek dahi istedim.
Gezi eylemleri oldu, ona katıldık. Keskin bir deneyim oldu.
Çok güzel bir Amerika macerası yaşadım, gidemeden. Her şeyim hallolmuş, uçuş günü gate'de vize iptalimi öğrendim. O yüzden 2013 yaz tatilim özetle rezil geçti. Birkaç güzel anı dışında. Ailem ve Sunişlerle Kalkan'a tatile gittik. Yine Kaş'ı gördüm, işte ben oraya bayılıyorum ya. Sonra bir de Bigotlara Köyceğiz'e gitmiş oldum.
Bigot ve Çido bize geldi Kırşehir'e. Yine yeni yeniden, sayamadığım kadar çok kez Kapadokya'ya gitmiş oldum. Lisanslı rehber ilan ettim kendimi artık, hakediyorum.
Sonra, muhtemelen bir süre o strese bir daha girmem ama, hiç beklemediğim halde İngiltere'ye vize aldım. Abimin yanına gittim, gezdim tozdum rahatladım geldim. Çok iyi geldi, Amerikanın acısını çıkardım. Hatta bir ara İngiliz birini bulsam da orada yaşasam diye bile düşündüm. Oradayken ben, Tubi ve Yusuf da Denmark'ta erasmuslardı. 3 günlüğüne de onları ziyaret edip yine İngiltere'ye döndüm. Bir iki dağıttım, Anılka'nın diline düştüm, neymiş beni içki masasından kaldıramamış mış.
Hep merak ederdim, Ilgaz'a gittik Bigot ve Cancanla. Yeni insanlarla tanıştık vs, güzeldi.
Babamın Golden köpeği oldu, adı Limon. Evet çok saçma bir isim ama koymuş artık.


20 Eylül 2013 Cuma

Köyceğiz'e yolum düşerse.

Köyceğiz'i liseden beri merak eder dururdum aslında, sebebi yok. Sonra 2009 YDS'de paragraflardan birisi Köyceğiz ile alakalıydı, derken üniversitede Köyceğizli bir arkadaşım oldu;Bigot. 
Gel zaman git zaman, bu yaz sonunda bir fırsat yarattık ve 5 günlüğüne oraya gittim. Çok güzel çok beğendim, genelde emekli kesim yaşıyormuş ama bana da hitap etti. Sevdim yani yaşanılası bir yer. Köyceğiz gölü zaten deniz gibi kocaman, kordonda yürüyorsun. Kenarında kafeler, açık havada göle karşı keyif çatıyorsun. Bigocuğun anneciği bana kendi yaptığı ahşap boyamalardan su kabağı hediye etti, ikili böyle çok tatlı bir süs eşyası olmuş. İlerideki evimde baş köşeme koycam. Son günümde de yine çok hoş bir takı kutusu hediye etti. Çok güzel el emekleri, bir an ben de özendim ahşap boyamaya. İlginç bir hobi olur aslında.
İlk gün Bigot bana Köyceğiz'i gezdirdi, tam fotoğraf çekmelik yerler. 
burası Köyceğiz kordonu. 
İkinci gün Bigotun ailesiyle Ekincik'e gittik yüzmeye, okeyimizi de aldık zaten günlerce deli gibi okey oynadık.
Ekincik Köyceğiz'e çok yakın, denizi de güzel. Minicik bir yer, masalar var böyle aynı zamanda piknik alanı gibi. 

Ekincik dönüşü, akşamına Bigot'un kardeşi Uğur bizi kokoreç yemeye götürdü. Yine göl kenarında, çok güzeldi hala tadı damağımda. 
Sonra biz her akşam Tuana diye bir kafe var Kordon'da, orada oturduk yedik içtik, midyeciden midye yedik, lokmacı teyzeden lokma aldık. 
Ertesi Gün yine Gökova diye bir yer var orası da tam bir doğa harikası, deniz manzarası süper. Önce bir teknede balık ekmek yedik bir güzel, sonra etrafı gezdik. Yüzmedik ama etrafı gezinip bir sürü fotoğraf çekindik. 
Ertesi gün de Bigot, anneciği ve ben üçümüz Köyceğiz'den tekne turuyla İztuzu Plajına gittik. Dalyan'dan geçtik, carettaları gördük. Ne diyordu kitabında Akgün Akova; "Akdeniz onlarsız hüzün deniz." Tekne turuyla geçtiğimiz manzara bir harikaydı, kralların mezarlarını gördük. Sultaniye'deki şifalı sulara uğradık. Kükürtlü havuzda yüzdük biraz da.
İztuzu plajı çok güzel, incecik kum taneleri. Bir yanı hala göl, bir yanı deniz. Denizde deli dalgalar var,zaten tüm eğlencesi de o dev-bebek dalgaları. 


Benim son günümden önce de Bigotların Ağla'daki yayla evlerine gittik. Yeşillikler arasında çok tatlı minik ahşap evleri var. Orada hayatın mutlaka bir bölümünü geçirmek lazım, huzur kaynağı. Verandada ağaçlara karşı oturucaksın, kahveni yudumlayıp kitabını okucaksın. Daha ne olsun ki?
Oradaki tüm zamanım gırgır şamatayla geçti. Ailesini çok sevdim, çok iyi anlaştık. Bigot ve kardeşiyle bolca dalga espri döndü, her şeye güldük. Gezdik. İleride tekrar olmasını dilediğim güpgüzel anılardan birisiydi benim için. 
Bu da yine Köyceğiz kordonundan bir kare, ben veda ederken bu güzel yere.. 

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Masal pembeden griye yol almışsa, uzaklaş diyordur masalcı, uzaklaş artık.

Kürşat Başar, Başucumda Müzik kitabında şöyle der; " Belki de dünyanın en kalabalık insanıyken bile yalnız kaldım." 
Normalde yoğunluktan dolayı hep kaçsam, günlerce evde mayışsam, bomboş uzansam, dizilerimi izlesem, kitap okusam derdim, şimdi bol bol yapınca tadı kalmadı demekki. Gri bir ruh hali içindeyim, renklensin artık. Sırt çantasına tüm hayatımı sığdırıp kendimi yollara vursamya, düşünmesi ne güzel. Fakat eminim onu yaparken de pembeden griye yol alır hayat. Ne demiş Baudelaire; " Bu yaşam bir hastanedir, her hastası yatak değiştirme isteğine saplanmış..." Sonra da ekliyor: " Bana hep bulunmadığım yerde rahat ederim gibi gelir. Ruhumla durmadan tartıştığım bir sorundur bu göç sorunu. " Ve en son şöyle der: " Bu dünyadan öte olsun da, neresi olursa olsun" Hah işte aynen bunu yaşıyorum. 

11 Ağustos 2013 Pazar

Denizler susuverir derin derin derin.

   Bazen en unutmak istediğim şeyleri bile yine de ya unutursam korkusuyla yazıyorum. Günlüğe, twite ya da bloga. Galiba ben kendime acı çektirmeyi seviyorum hem de anılardan kolay kopamıyorum. 
   Oradayken de düşünmüştüm ve şimdi yine aklıma geldi; geçen yıl Zümoşu ziyarete gittiğimde Kalkan'a gezdirmeye götürmüştü beni, orada Kleo plajında girdim yüzdüm tek başına. İlerisini hiç düşünmeden. 1 yıl sonra oraya ailemle tekrar tatile gidip 1 hafta aynı sularda yüzeceğimi kim derdi ki? Demem o ki; insan ne yaşayacağını bilemiyor. Düşünse de düşündüğü gibi olmuyor zaten her zaman. Hayatta hep sürprizler bekliyoruz fakat aslında her günümüz farklı, sürpriz bir nevi. Belki de. 
   Belki biraz kafa yorsak, anlamına dair şeyler biçimlenir. İşte belki o zaman her şey daha başka olur. 
Bir yelkene koy beni
Al götür uzaklara
Kaçıyorum bu dünyadan
Nedenini hiç sorma 

2 Ağustos 2013 Cuma

Kendisi net arkası flu, Çalışma 1

Çiçeği burnunda bir SLR kullanıcısı olarak, bu işi gerçekten hiç anlamış değilim. 290 sayfalık kullanım kılavuzumda 60.sayfaya geldim, evden de pek çıkmadığım için denemelerim bardak, tabak üstüne :) Çok hevesle aldım, umarım sofistike şeyler elde ederim.

* Bu sağdaki fotoğrafı da dalgasına koydum, her profesyonel makinesi olan mutlaka böyle bir pozunu sosyal medyada paylaşıyor ya.
Şimdi bunu neden çektim? Bu babamın organik bebek mısırları. Tatları leziz, boyutu orta parmak büyüklüğünde. Abartmıyorum bir tanesi tam başparmağım kadar. O kadar minikler ki yemeyip saklıcaktım da dayanamadım.

Saklıkent

   Bu fotoğraf Saklıkent kanyonunda ilerleyebildiğim en son noktanın kanıtı. Bundan sonrası artık halatla tırmanarak gidiliyor. Ordaki rehber yanılmıyorsam 18 km.lik kanyon dedi ve bu bizim ilerleyebildiğimiz kadarı 2km imiş fakat gidip dönmesi 1 buçuk 2 saatimizi almıştır. E su sürüklüyo, düşüyorsun, tırmanıyorsun. Anca. Çelik gibi su da ayaklarını zaten hissetmiyorsun, 2.gidişim ve bu yıl sonuna kadar gittiğim için delice keyif aldım.
   Kalkan'da güzel bir tatil yaptık ailemle. Kesinlikle görülmesi gereken yerlerden biri, denizi ve yapısı çok güzel bir yer, halkın büyük çoğunluğu İngilizlerden oluşuyor oraya yerleşmiş çoğu ya da tatil için tercih etmiş oluyorlar.
   Kalkanın kendi Kleo plajı var, yeraltı suyu çıktığı için biraz soğuk fakat temiz ve güzel, ben çok sevdim en azından.
Patara plajı var Ova'ya giderken, Fethiye yolunda. Carettalarıyla meşhur, dünyada da plaj uzunluğu açısından ilk sıralardaymış bildiğim kadarıyla. Minicik kum taneleri, denizin sıcaklığı okey, lafım yok fakat denize girdiğin yer ve çıktığın yer çok farklı. Sürüklüyo seni, çok ilerlemene rağmen derinleşmiyor fakat boğulmalar da fazla yaşanıyor, sürüklemesinden dolayı muhtemelen. Yüzüyoruz yüzüyoruz kıyıya zor bela ilerliyoruz, ertesi gün koltuk altı etlerim dahil tüm vücudum hamlamıştı.
   Bi de Fırnas Koyu var, tabelasında Tarih ve Doğa Cenneti yazıyor. O tabelaya harcancak para keşke yola harcansaymış, zira araba iyi ki takla atmadı. Çok güzel koylar var gidişte, orası da yerli halkın piknik alanı olmuş işte kadınlar şalvarla filan denize giriyorlar. Deniz çok güzel, temiz fakat kayalık. Kendimi ordayken Survivor'da gibi hissettim, palmiyeler filan..
Kaputaş plajı, dalgasıyla meşhur fakat denizi çok güzel. Tam 187 basamak var inerken ve çıkarken etti 374. O zahmete değer çünkü deniz mis gibi, buyurun resim:
   Ve oralara gidip, Kaş'a uğramamak olmazdı. Kaşın denizine zaten lafım yok, beni mest eden asıl şey çarşısı. Akşam o güzel hareketlilik, lokmacı teyzelerin yaptığı o çıtır lokma mmmmh, yanına güzel sakızlı dondurma.. Eğlencesi, insanlarıyla on numara. 
Deniz, kum, güneş. Her zaman mükemmeldir, hele söz konusu Akdeniz ise* 


18 Temmuz 2013 Perşembe

Kahperengi, Hande Altaylı


Güzel bir kitap, ilk çıktığı zamanlarda aldım fakat anca okuyabildim. Merhamet dizisi de bu kitaptan uyarlanmış, dizinin fragmanından önyargıya varıp ne diziyi izledim ne kitabı okudum. Tatilde zaman bolluğundan, dizi gözüme çalındı ve ilgimi çekti. Bunun üstüne kitabı da okumaya karar verdim. Birkaç mantık hatası dışında, kitap benim için güzel ve fazlasıyla akıcı. Yalnız diziyi izliyorsanız eş zamanlı okumayın, sonra kafa karışıyor. Belli farklılıklar dışında da olay örgüsü uyuşuyor. Sevdiğim cümleleri de paylaşmak istedim; 


''Sen onları görmüyorsun diye başka insanların hayatı durmuyor. '' 

''Sanki zaman kaymış ve farklı zamanlar farklı görüntülerin üzerine binmişti. '' 

''İnsan bazen bir yerde takılıp kalıyordu ve diğerleri yürüyüp giderken, o bir yol bulup geçemiyordu. ''

''Belki de dünyanın yuvarlak olması, daima başladığın yere, yani kendine döneceğin anlamına geliyordu. ''

''Yalnızlık tek başına kalmak değil, tek başına kalmaktan kaçmaya çalışmaktır. ''

''Bazen başladığın yere dönebilmek için dünyayı dolaşman gerekiyordu. ''


17 Temmuz 2013 Çarşamba

Gelin ata binmiş, ya nasip demiş.

Bundan önceki postumu yazdığımda, içimde hüzün var demişimya, şimdikisi onun kat be kat daha fazlası. Yani aksiliğin seni ne zaman bulacağı belli olmaz demişler de, böylesi de töbe billah aklıma gelmezdi.
Onca yol gidip İstanbul'a varınca arkadaşımla, havaalanına geçtik, arkadaşlarla da vedalaşmıştık Aşti'de, havaalanında check-in'imizi yaptırdık, pasaport kontrolünden geçtik. Duty Free dükkanı gezdik, dönüşte bu likörlü çikolatalardan filan da alırız dedik. Uçuş kapısında gittik, oturduk ve İsviçre aktarmalı uçağımızı beklemeye başladık. Hayatımda ilk kez, telefonumu çıkardım ve facebookta durum bildirdim, ilk kez. Bilge ile Atatürk Havaalanında diye. Vah vah. Ardından 2 dk geçti, görevli rastgele pasaportlara bakıyordu. Meğer beni arıyormuş. Sayın Karaca dedi, gelir misiniz? Gittim, sandım ki WAT için ayrı bir prosedür var. Yokmuş. Amerika benim ülkeye girişimi yasaklamış, bir önceki gün vizemi iptal etmiş. Sebep bildirilmemiş. Ha istersem uçağa binebilirmişim ama orda beni alırlarmış. !! Şok oldum, hebele hübele kaldım öyle. Mail gelmiş, gösterin dedim, şaka mı bu dedim. Adımı bile göremedim, resmen başımdan aşağı kaynar sular indi ya. Rezil bir duygu. Şirket danışmanımı aradım hemen, halledip sonradan Bilge'nin ardından gitcem sandık ilk Floridaya. Bilge bindi uçağa ama betimiz benzimiz attı. Bekledim. Kayıp eşyadan valizimi aldım, Swiss Airlines a gittim bilet iptali için ama halledemedim. Babama haber verince durum yayılmış, arayan arayana. Ruh gibiyim zaten, bazısını açtımsa bazısını açmadım. İnanamadım. İdrak edemedim. Ama gidemedim sonuç olarak. Otogara geçtim, derhal evime dönmek istedim ama yol bana bir türlü bitmek bilmedi. Yolun yarısında şirket danışmanım aradı, arkadaşımda aktarmalı Florida uçağından indirilmiş. O zaman artık serpildi yaşlar, ne kötü bir durum. Günlerce bunun hakkında konuştuk, teoriler ürettik, konsolosluktan aldığımız bilgiyle soruşturduklarımız bambaşka. Bok yoluna mı gittik anlamadık ne dönüyor. Sponsor maillerinden bizim gibi gidemeyenler olduğunu öğrendim, fakat giden de var. Neye göre?
1 yıllık maddi ve manevi stresli bekleyişim bunu yaşamak için miymiş? Talihsizliğimin dönüm noktası bu olsa gerek. Üstünden nerdeyse 1 ay geçti ve anca bu kadarını yazabildim. Biliyorum tam teşekküllü yazmaya kalksam abartmıyorum novella olur. Bunun tesellisi yok benim gözümde, bir hiç uğruna beklentilerin boşa gidiyor ve sana sebep bile sunmuyo adiler!
Birisi ölür, üzülürsün fakat zamanla geçer ya hani. Ama aklına her geldiğinde için cız eder, bu da öyle bir şey benim gözümde. Amerika gözümde ilah değildi zaten, 3 aylık beklentim bambaşkaydı. Onca şeyden sonra, 10 dakika önce gidemeyeceğimi öğrenmek, daha da kötüsü neden gidemediğimi bilmemek canımı acıtan.

19 Haziran 2013 Çarşamba

Geri dönüşünü umduğum bir veda olsun bu da.

   Koca bir seneyi yine bir şey anlamadan bitirdim. Eskiden yaşarken günler uzun gelirdi, bitince derdim  ne çabuk geçti diye. Oysa şimdi zaman su gibi akıyor ve ben de bunun farkındayım. Bu yıl hep 'zaman çok çabuk geçiyor' larla, beklemekle ve stresle bitti. Daha ilk gününü dün gibi hatırladığım üniversite hayatımın son yılına başlayacağım. 2014 neredeyse geldi ve ben mezun olucam. Ne kötü. Öğrencilik çok sevildiğinden mi bilmem ama rahatlık, sorumluluk duygusunun baskın olmaması güzeldi. Hayat üstüne binmemiş gibi hissediyorsun, nasılsa öğrenciyim, daha küçüğüm zihniyeti. Ama bitiyor. Yolun sonuna geldik burda, kabullenmek lazım.
   1 yıl stresli bir bekleyişle geçti. Work and travel olayı çözüme kavuştu, iş bulcam mı ayy gitcem mi kaygısı vardı, onlar bitti vize alabilcem mi acabalar başladı. O da bitti, uçağa binene kadar gitceğime inanamıcam oldu. Cuma sabahı uçağım var. Daha ne olcak? Gerçi hala 2 gün var dünya hali aksiliğin ne zaman geleceği belli olmaz ama inşallah da bir şey olmaz. İyi kötü yolun sonundayız bari yaşayalım da değsin buna. Çok istiyordum farklılığı. Zamanlamam kötü oldu ama galiba, 2 kuzenimin kep törenini kaçırıyorum. Benim için çok önemli ayrıntı bunlar, bu anılarda bir fotoğraf karem illaki olmalıydı, olamadı. Ailemle ve Sunişlerle uzun zaman sonra bir arada tatile gidiliyor ve ben yokum. Evet Florida'ya gidiyor olsam da; bu tatilden, birliktelikten ve çocukluğa dair anılardan mahrum kalıcam. 3 buçuk ay ailemi göremicem, seslerini bile zor bela duyucam. Çok buruğum. Hüzünlüyüm. Tamamen kendi başımayım, net. Hüzünleri biriktirdim, gözüm resmen arkada gidiyorum. Keşke bazen çabucak ağlayabilsem..
Not: Sezen Aksu- Son Bakış, dinleyin.

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Çocuk halimiz.

Anılka görse çok kızar biliyorum ama blogumu okumadığı için burda sıkıntı yok.
İkimiz de daha 7 yaşını doldurmamışız, birinci sınıf halimiz. Ben kendimi çok sevdim. Azcık mütevazı olmayı bir kenara bırakcam. Abim de tatlı, problem çocuk Cafer gibi evet. Gözlükleri şişe dibi gibi, gözünü büyütmüş büyüteç gibi evet, ama yine de ikimiz de çok tatlıyız. Hey gidi çocukluk. 

'Keşke, diyorsun dediğini anlamadan, buraya bir çocuk olarak gelseydim.' Hep de öyle kalsaydık.. 

Üsküdar'a gider iken.

İstek ELT konferansını bahane edip düştük İstanbul yollarına, bölümden yakın arkadaşlarımla. Yeditepe Üni'de iki gece konakladık, güzeldi yurtları. Sevdik. Kampüsü de sevdim ben. Konferans desen bir harikaydı, kendimi böyle akademisyen gibi hissettim orada nedense. 

Yerleşir yerleşmez ilk gün Büyük Ada'ya gittik. Çok sevdim. O eski evler, yerli insanlar. Bisiklet sefası. Sonra deniz kenarında balık ekmek, çarşıdan aldığımız sakızlı dondurma ve yanına çıtır çıtır lokma tatlısı. Zaten beni en çok mutlu eden lokma tatlısı. Öyle taze direkt kızartıp şerbeti döküyorlar ya, değmeyin keyfime. Birkaç saat orada kalmak da yetmiyor ayrıca. Daha çarşısını gezmeyi bitiremedim, Aya Yorgi'ye çıkamadım. Olsun ama. Zaten vapurla yol çok uzun sürüyor, Kadıköyden aktarma yapıyoruz bir de. 


Ertesi gün koferansın ardından Bağdat Caddesi, Caddebostan yaptık arkadaşlarla. O kadar abartıldığı gibi de değiller. Hayır gördüm yani, hiçbir artısı yok. Bağdat Caddesi Ankara'nın Tunalısı işte. 

Pazar günü tekrar konferansın ardından yurttan çıkışımızı alıp bireysel görüşmelerimiz için dağıldık. Ben Üsküdar'a Kuzguncuk'taki kuzenlerimin yanına geçtim. Üsküdar en güzel yerlerinden birisi İstanbul'un, hele ki Kuzguncuk. O cumbalı renkli evlere, insan profiline bayıldım. Kabataş, Beşiktaş ve Ortaköy'ü gezdik o akşam. Oralar da güzeldi. Hatta bu Kadıköymüş yok Caddebostanmış filan, oralardan çok daha güzeller. Ortaköy'e gidip waffle, kumpir yiceğime sahaf gezdim, orası da ayrı bir konu. Neyse. 

Ertesi gün arkadaşlarla buluşup Eminönü'nde balık yiyelim dedik. Gerçekten sevmedim orayı, balık ekmek desen nesi var ki? Devamlı bi Ankara ile kıyaslama halindeydim zaten, gerçi beklentim ne boyuttaydı orası da önemli ama daha yemek yerken paranın direkt alınması, yağlı ellerimizle bir de para ödettiler bize. Balık kokusu desen.. Pehh. Ordan Galata Kulesi'ne gittik, içine giremedik çok fazla sıra vardı, ve bizim o gece otobüsümüz olduğu için gezebildiğimiz kadar gezmek istedik kulenin tepesinden İstanbul'u seyretmektense. Hezârfen Ahmed Çelebi, kusura kalma. 

Ardından İstiklal' gittik, tramvaya binemesek de her ne kadar.  İstiklal'e tamam lafım yok, güzel. Değişik bir tınısı var en azından. Cadde boyu yürüyorsun işte. Öyle. 

İstanbul'un apayrı bir havası var, ülke gibi. Orası belli. Ama o kalabalıklığı, her kesimden insanın olması ve kanalizasyona dönmüş bir denizinin olduğu da ayrı bir gerçek. 

23 Nisan 2013 Salı

Karma.

Bu yıl çok çetrefilli geçiyor, her açıdan. Hocalar desen hoca demeye bin şahit bile yetmez, sınandığımızı düşünüyorum. Verilen ödevler, yapılan sınavlar.. 22 yıllık ömrümde etmediğim küfürü son 1 haftada bir güzel ettim ama hala da hırsımı alamadım. Orası ayrı.
Vakitsizlikten ne günlüklerimi yazabiliyorum ne doğru dürüst bir şey yapabiliyorum. Bir de üstüne yetmezmiş gibi tenise başladım, güzel oldu gerçi. Spor iyidir, değişiklik oldu. Sevdim de hani. Vuruşlarım biraz paslanıyor idman yapmayınca ama hallolcak. Sharapova ne ise ben de o olucam, fena hırslandım.
Evime geldim yine, daha az para harcayım diye. Güya bu yıl bir güzel gezicektim, Ankara içinde o dediğimi mecburen yapıyorum ama şehir şehir gezicektim ben, olmadı. Seneye ne yapıp ne edip gezerim çünkü mezun olmadan önceki o dönemi deli gibi yaşamak istiyorum.
Bu yılım bekleyişlerle geçti ve bu yüzden 'hayırlısı' lafı edindim. Hayat boyu bir daha kullanmasam da olur, bu yıl çok aştım kotayı çünkü. 
Belirsizlik kötü şey. İyi ya da kötü bir sonuç bilsen kafan rahat en azından. Ama bunda öyle değil işte. Amerika mevzuu vardı gündemde, olacak mı olmayacak mı? Bizim kahrolası okul akademik takvimi değiştirecek zaman mı buldu? Yaza dair planlar yapsam mı yapmasam mı?
Sonuç olarak Florida'da Surf Style Retail'daki işe kabul edildik. Güzel mi, güzel bence. Ama mutluluğumu doyarak yaşama korkum olduğundan - çünkü neyin hayalini kursam olmuyo. Bariz olmuyo.- gidene kadar gittiğime inanmıcam. Gitmek istiyorum çünkü bi macera istiyorum. Hayırlısı olsun :P
*Kafamda yapılması gereken onca şey ve yerinde kocaman bir stres yumağı varken, 'hiçbir şey benden daha önemli değil' hayat felsefemi Pollyanna misali benimsiyor, bu fotoğrafla veda ediyorum; 

21 Şubat 2013 Perşembe

Eski Bahçe~Eski Sevgi

Tezer Özlü'nün hayatına ve de hayallerine dair hikayelerden oluşan bu kitabından, sevdiğim birkaç cümleyi paylaşmak istedim. 

    Bu kentin en güzel öykülerini Sait Faik yazmış diye düşünürüm. -Eski Liman

... Belki de insanların birbirlerine duygularını salt anlatmaları olanaksız. Ben çok açık konuşmaya çalışıyorum. Sonsuz bir bağımsızlık, sonsuz bir özgürlük duyduğum için. Bu duygularım, zamanları da, ülkeleri de, kentleri de aşıyor. Termessus'tan önce, çok önce başlıyor, nerede biteceğini bilmiyorum, ama hiçbir yerde hiçbir zaman bitmeyecek gibi...

    O gece insanın kavrayabileceğinden daha çok şey bilmesinin bir mutsuzluk olduğunu düşündüm. Bu bazen olgunluktur, ama olgunluk değilse, o zaman- çöküştür. Boris P. - Gökkuşağı 

    Ne sorunlar çözdüm ben Tanrım. Ölümle kavga (Faust ve Neruda'nın anıları yardımıma yetişti bu işte), kanser korkusu sorunu zaten pek yoktu. Atom bombaları sorununa gelince: Savaş çıkarsa herkesle birlikte yok olurum. Ya ülkemin politik sorunları. Bu konuda kararı USA verir.

16 Şubat 2013 Cumartesi

Tumblr'dan Seçmeler.

” Bak Kayra, biz herkes olduk. Kendimize en büyük acıları ve zevkleri tattırdık. Ve artık ölüyoruz. Bunu fark etmiyor musun? En yukarıdan aşağı düşüyoruz. Ve yeri öpmemize çok az kaldı.  Kinyas ve Kayra.


” İnsan, insan olmaya geliyor dünyaya. Kesinlikle bir tercihi yok. Hiçbir şeyi seçemeden de gömülüyor toprağa. Yerin iki metre altındayken de bin bir böceğe lunapark oluyor daha önce bin bir dudağın öptüğü bedeni… Kinyas ve Kayra.

"Doğru masal olmadığı gibi,
Doğru yer, doğru zaman, doğru kişi diye bir şey yoktur.
Varoluş, hepten bir yanlışlıktır belki de.
Hepimiz saçma sapan tesadüflerin esiri olan hayatlar yaşıyor ve bu hayatların altında bir düzen arıyor olabiliriz.
Sonuçta, bize kelimeler ve hikayeler kalıyor yalnızca.
Hatıralarla pişmanlıkları saymıyoruz bile." 
Murathan Mungan  
"Beni hoyrat bir makasla eski bir fotoğraftan oydular.
Orda kaldı yanağımın yarısı, kendini boşlukla tamamlar."  
Metin Altıok

"Uyumalıyım..uzunca bir süre.. 
sınırların, para birimlerinin, zaman ölçülerinin değiştiği çağlara dek.." 
"Hep yarım kaldım, hiç tam doymadım, tam bağırmadım, tam dokunmadım. Bıçak ruhumda dehşet bir fısıltı gibi ilerledi ve ben tam ortamdan yarıldım. Ruhuma bir hayat yakıştıramadım.." Murat Uyurkulak 
"O kentte kimse mutlu olmadı, ama kimse de mutsuz değildi. Çünkü kimse inanmaz mutsuzluğa. O kenttesin. Bana kış mevsiminin ve ölümlerin şarkılarını bırakıyorsun."  Tezer Özlü 
"Dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
Ölelim diyecektim az kalsın..ölmeyelim, hiç ölmeyelim Anna…"  
Tarık Tufan 
"Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk; hiçbir yere gitmiyor." Kürşat Başar.
"Aramızdaki en kısa mesafe her zaman senin en uzaklarda olduğun zamanlardı. çünkü sen ancak o zaman en iyi, en mükemmel, en beyaz atlı, en anlayışlı, en çok özlenen olurdun ve çünkü ben ancak o zaman senin olmadığın her şeyi birleştirip bütün o parçalardan bir bütün oluşturabilirdim."  Barış Bıçakçı.

İnsan çocukken bir büyük saadet ülkesinde yaşıyor, sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi ölüyor. Çocuklukla yaşlılık arasındaki o dönem araf misali; kitabesi ağır mesailerle, küçük hesaplarla, kesif mutsuzluklarla yazılan bir mezartaşının gölgesinde azap gibi boktan hayatlar. Yetişkinler zombilere benziyor…  Murat Uyurkulak.

"Gitmek istemediğin şehirlerden geliyorum geceleri. rüyalarında kuruyan nehirlerden geliyorum. bir kaplumbağanın kalbiyle geliyorum. bir kaplumbağanın kalbini sökersen o kalp bir saat daha atar. bir dere elli sene sonra taşar bir telefon yüz yıl çalar. ne öğrendik bu aşktan: insan bir gün herkesi unutabilir. o zaman hayaletlere inan çünkü onlar hep dokunabilir."  Emrah Serbes. 

’ Bir gün bir yerde karşılaşırsak eğer, benimle yeniden tanış.’

“Çelişki seni öldürür. Çelişki işkencedir. Çelişki buz tutmuş bir göldür. Çelişki, buz tutmuş gölün çatladığı andır. Çelişki, göldeki çatlağa saplanıp donmaya başlamandır. Çelişki, yardım istemek için açtığın ağzına dolan sudur.” Hakan Günday-Azil. 

‘Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi.’ Aylak Adam. 

”Unutur gibi olursun, yeniden çıkar karşına. Sonra yeniden gider…”

11 Şubat 2013 Pazartesi

He Shot Me Down Bang Bang


Seni bir gün en yakının ele verirse eğer,
Öğren susmasını ve ağlamamasını.
Bir kavanozun içinde mavi bir gül
Yetiştir her gün daha çok yaşayan.
Bir masalın ağzını kapat ve yat
Geniş odalarda. bir oksijen çadırında.
Ona kötü bir şey olsun istedim.
Bana aşık olsun istedim. 


Lale Müldür.

Özlemek.

Bazı hüzünler içinde çaresizliği o kadar barındırır ki ne yapsan nafile. Özlemek çok derin bir duygu. Bir insan sadece yanında olsun, onunla konuşmasan da varlığı yeter/miş. Yine farkettim bunu.
Abim gitti. Bu kez fazla alışmışım anlaşılan, çok üzüldüm. İnsanız ya hani, daha da melankoli istiyoruz. Çocukluğunu düşünüyorsun sonra, beraber boğuşmalarınızı, kavgalarınızı. Hadi iyi açıdan bakalım, birlikte ailecek yediğiniz yemekleri, akşam çaylarını.
Yan yana oturup bilgisayarda bir şeyler yapmamızı özlüyorum. O bana 'elif çay' dese, oflasam ama yine de kıyamayıp koysam. Sadece varlığı yetiyormuş.
Kardeş oysaki insanın her şeyiymiş.
Küçükken tatillerin ardından 1 hafta boğazım düğümlü gezerdim. Büyüdükçe bir şekilde alışıyorsun ama, hiç bir zaman eskisi gibi olmuyor. Hep bir 'keşke' lerin oluyor, özlemlerin ve de. Hala da vedalar ne zor geliyor..